Çevre Bilincinin Yasal Çerçevesi

Dr. Hüseyin UÇAR

1 Ağustos 2021

Çevre bilincinin toplumsal düzlemde yaygınlaşması yalnızca bireysel farkındalıklarla sınırlı değildir; bu sürecin kurumsal ve yasal temellerle desteklenmesi şarttır. Hukuki düzenlemeler, çevrenin korunmasında hem caydırıcı hem de yönlendirici bir işlev görür. Hukukun çevre üzerindeki etkisi, bireylerin ve kurumların davranışlarını şekillendirmede vazgeçilmezdir [1].

Modern çevre hukukunun temelleri 1972 Stockholm Konferansı’na dayanır. Bu konferans, çevre sorunlarının küresel düzeyde tartışıldığı ilk ciddi platformdur. Konferansta “insanın çevreye zarar vermeme hakkı kadar, gelecek kuşaklara karşı sorumluluğu da vardır” anlayışı temel ilke olarak kabul edilmiştir [2]. Bu ilkeden sonra çevre koruma, uluslararası hukukta bir insan hakkı olarak tanımlanmaya başlamıştır.

Türkiye’de çevre bilinci oluşturulması ve korunması yönündeki ilk yasal düzenlemeler 1982 Anayasası ile temellendirilmiştir. Anayasa’nın 56. maddesi, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi korumak ve geliştirmek devletin ve vatandaşın ödevidir” hükmünü içermektedir [3]. Bu anayasal hüküm, çevre hukukuna anayasa düzeyinde meşruiyet kazandırmıştır.

Çevre Kanunu ise 1983 yılında yürürlüğe girmiş ve Türkiye’de çevre hukukunun temel taşı olmuştur. Bu kanun, doğal varlıkların korunmasını, çevre kirlenmesinin önlenmesini ve sürdürülebilir kalkınma anlayışını esas alır. Ancak uygulamadaki eksiklikler, kanunun etkinliğini sınırlamaktadır [4]. Özellikle sanayi yatırımları söz konusu olduğunda çevre mevzuatlarının yeterince uygulanmadığı örnekler yaygındır.

Son 10 yılda çıkarılan yönetmelikler ve Avrupa Birliği ile yürütülen uyum süreci sayesinde, çevre ile ilgili mevzuatlar teknik ve idari olarak önemli ölçüde gelişmiştir. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği, bu bağlamda en bilinen araçlardan biridir [5]. Ancak bazı projelerin “ÇED gerekli değildir” raporlarıyla hukuki boşluklardan faydalandığı da kamuoyunda ciddi tartışmalara neden olmaktadır.

Yasal çerçevenin en önemli yönlerinden biri de idari yaptırımlar ve cezai müeyyidelerdir. 2020 yılında Türkiye genelinde yaklaşık 25 bin çevre denetimi yapılmış, bu denetimlerde 300 milyon TL’nin üzerinde çevre cezası kesilmiştir [6]. Ancak bu cezaların çoğu sembolik kalmakta, çevreyi kirleten firmalar çoğunlukla ekonomik olarak bu yükümlülükleri rahatlıkla karşılayabilmektedir.

Ayrıca çevre davalarının hukuki niteliği de önemlidir. Çevre davaları kamu davası niteliği taşıdığı için, yalnızca mağdur olan bireyler değil, çevre örgütleri ve yurttaşlar da dava açabilmektedir. Bu durum, çevre bilincinin yasal yolla toplumsallaştırılmasına katkı sunar [7].

Son yıllarda özellikle Kaz Dağları, Salda Gölü, Kanal İstanbul gibi projelerde çevresel kaygıların hukuki boyuta taşındığı görülmektedir. Bu örneklerde halkın doğrudan yargı süreçlerine katılması, çevre bilincinin toplumsal farkındalıkla nasıl birleştiğini göstermektedir [8].

2021 yılı itibarıyla çevre bilinci sadece doğal kaynakların korunmasıyla değil, aynı zamanda iklim adaleti, enerji dönüşümü, karbon vergisi gibi kavramlarla da doğrudan bağlantılı hale gelmiştir. Bu kapsamda Paris İklim Anlaşması gibi küresel yasal belgeler, ülkelerin sera gazı salımını azaltma taahhütlerini hukuki bağlayıcılıkla şekillendirmiştir [9].

Yasal çerçevede eksik kalan en önemli alanlardan biri ise çevre eğitimi ve bilgilendirme zorunluluğudur. Yasalar çoğunlukla teknik düzenlemeler üzerine kurulu olduğundan, bireyin çevre hakkı ve sorumluluğu konularında bilinçlenmesini sağlayacak maddeler yetersiz kalmaktadır. Bu eksiklik, çevre hukukunun sadece cezai değil, eğitici ve önleyici işlevlerini de yerine getirmesi gerektiğini göstermektedir [10].

Sonuç olarak çevre bilincinin gelişimi, güçlü ve kapsayıcı bir yasal altyapı olmadan sürdürülebilir değildir. Ancak bu yasal yapı, yalnızca yasaklar ve cezalarla değil, aynı zamanda katılımı, şeffaflığı ve eğitimi temel almalıdır. Toplumun tüm kesimlerinin çevresel kararlara dahil olduğu bir hukuk düzeni, çevreye duyarlı bir geleceğin temel taşı olacaktır.

Kaynakça

[1] Atabek, Y. (2019). Çevre Hukuku ve Uygulamadaki Yansımaları. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
[2] United Nations (1972). Declaration of the United Nations Conference on the Human Environment. Stockholm.
[3] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982). Madde 56.
[4] Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (2020). Çevre Kanunu ve İlgili Mevzuatlar.
[5] Yılmaz, E. (2017). ÇED sürecinin etkinliği üzerine bir değerlendirme. Çevre Bilimleri Dergisi, 12(2), 33-47.
[6] Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Denetim Raporu (2021).
[7] Aydın, D. (2018). Türkiye’de çevre davalarında sivil toplumun rolü. Hukuk ve Toplum Dergisi, 10(1), 88-104.
[8] Arsel, M. (2020). “Kazdağları Direnişi: Yeni Bir Ekopolitik Alanın Doğuşu.” Ekoloji Politik Dergisi, 5(3), 15-22.
[9] UNFCCC (2015). The Paris Agreement.
[10] Güler, M. (2016). Çevre eğitiminin yasal düzenlemelerdeki yeri. Çevre Eğitimi Dergisi, 8(1), 59-73.