Çevre Bilincini Yaygınlaştırma Yöntemleri

Dr. Hüseyin UÇAR

8 Ağustos 2021

Çevre bilincini geliştirmek, yalnızca bireysel tutumların değil, aynı zamanda toplumsal yapıların da dönüşümünü gerektirir. Günümüzde çevre krizleri küresel boyutta yaşanırken, bireylerin doğayla ilişkisini düzenleyen farkındalık biçimlerinin daha sistematik bir yaklaşımla inşa edilmesi zorunludur [1]. Bu bağlamda, çevre bilincini yaygınlaştırma yöntemleri çok aktörlü, çok katmanlı ve çok disiplinli stratejilerle ele alınmalıdır.

İlk ve en temel yöntem çevre eğitimi yoluyla bilinç kazandırmaktır. Eğitim, bireylerin çevresel değerleri öğrenmesini, çevre sorunlarını tanımasını ve bu sorunlara çözüm üretme kapasitesi kazanmasını sağlar. Türkiye’de Milli Eğitim müfredatına 2005 yılından itibaren çevre ile ilgili ders içerikleri dâhil edilse de, bu içerikler çoğu zaman yüzeysel kalmakta ve uygulamalı eğitimle desteklenmemektedir [2].

Okul öncesinden üniversiteye kadar her kademede çevre eğitimi güçlendirilmelidir. Ancak sadece formal eğitim değil, informal eğitim de önemlidir. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve çevre gönüllüleri aracılığıyla halka açık atölyeler, geri dönüşüm etkinlikleri, doğa yürüyüşleri ve temizlik kampanyaları gibi faaliyetler çevre bilincinin toplumsallaşmasında kritik rol oynar [3].

Medya da çevre bilincini yaymak için önemli bir araçtır. 2021 yılında Türkiye’de yapılan bir araştırma, çevre konularında en çok bilgi kaynağının sosyal medya olduğunu göstermektedir [4]. Özellikle Instagram, YouTube ve Twitter gibi platformlarda çevreci içerik üreticilerinin etkisi giderek artmaktadır. Bu mecralarda yaratılan dijital çevre aktivizmi, genç kuşaklar üzerinde fark edilir bir bilinç oluşturmuştur.

Ancak çevre bilinci oluşturulurken yalnızca bilgi vermek yeterli değildir. Duygusal bağ da kurulmalıdır. İnsanlar doğayı yalnızca nesnel olarak tanıdıklarında değil, onunla bağ kurduklarında koruma motivasyonu kazanır [5]. Bu bağlamda, ekopsikoloji gibi yaklaşımlar, bireylerin doğayla kurduğu duygusal ilişkinin önemini vurgular. Eğitimde duygusal zeka, empati ve sorumluluk gibi kavramların çevre ekseninde ele alınması, bu bağın kurulmasını destekler.

Yerel yönetimlerin çevre bilincini yayma rolü göz ardı edilemez. Özellikle sıfır atık projeleri, karbon ayak izi hesaplama uygulamaları ve yeşil alan artırımı çalışmaları gibi faaliyetler hem somut fayda üretmekte hem de halkta farkındalık oluşturmaktadır. Ankara, Konya, İzmir ve Eskişehir gibi büyükşehirlerde bu tür uygulamaların arttığı ve olumlu sonuçlar doğurduğu gözlemlenmiştir [6].

Sivil toplum kuruluşları, çevre hareketlerinin tabanını oluşturmaktadır. TEMA Vakfı, Greenpeace Türkiye ve Buğday Derneği gibi kuruluşlar, hem çevre savunuculuğu yapmakta hem de halkı bilinçlendirmektedir. Bu kuruluşların düzenlediği kampanyalar, imza kampanyaları, çevre yürüyüşleri ve gönüllülük projeleri sayesinde binlerce kişi çevresel konularda aktif rol almıştır [7].

Bir diğer önemli yöntem ise çevreyle ilgili yasal süreçlerin şeffaflaştırılması ve halkın bu süreçlere katılımının sağlanmasıdır. Katılımcı demokrasi anlayışı, çevre kararlarında halkın söz sahibi olmasını sağlar. ÇED toplantılarında halkın görüşlerini belirtmesi, yerel halkın bilinçlenmesini doğrudan etkiler [8].

Ayrıca iş dünyasının da çevre bilinci yayma sürecinde sorumluluğu büyüktür. Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri, çevre yönetim sistemleri ve sürdürülebilirlik raporları sayesinde şirketler çevresel konularda kamuoyunu etkilemektedir. Özellikle büyük markaların çevreci duruşu, tüketicilerin bilinçli tercihler yapmasına zemin hazırlamaktadır [9].

2021 yılı itibarıyla dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iklim değişikliği, kuraklık ve orman yangınları gibi olaylar çevre bilincinin aciliyetini gözler önüne sermiştir. Temmuz ayında Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşanan yangınlar, toplumda çevresel sorumluluk duygusunu tetiklemiştir. Bu felaketler, çevre bilincinin kriz anlarında değil, sürekli ve yapısal olarak geliştirilmesi gerektiğini bir kez daha göstermiştir [10].

Sonuç olarak çevre bilinci, sadece bireyin içsel bir tercihi değil, sosyal bir inşa sürecidir. Bu sürecin başarıya ulaşması için eğitim, medya, hukuk, yerel yönetimler, sivil toplum ve özel sektör gibi birçok alanın birlikte hareket etmesi gerekir. Doğayı koruma refleksi, bireyin kendi yaşam kalitesini ve gelecek kuşakların yaşam hakkını koruma bilinciyle birleştiğinde güçlü ve sürdürülebilir bir çevre bilinci oluşacaktır.

Kaynakça

[1] Güngör, B. (2018). “Çevre Bilinci Gelişiminde Sosyal Etkileşim Süreci”. Çevre Sosyolojisi Dergisi, 3(1), 24-39.
[2] MEB (2020). Ortaöğretim Çevre Eğitimi Müfredat Raporu. Ankara.
[3] Altun, T. & Sezer, A. (2019). “Yerel Yönetimlerde Çevre Eğitimi Uygulamaları.” Belediyecilik ve Çevre Araştırmaları Dergisi, 4(2), 44-58.
[4] Kadir Has Üniversitesi (2021). Türkiye’de Toplumun Çevre Algısı Anketi Raporu.
[5] Roszak, T. (2001). The Voice of the Earth: An Exploration of Ecopsychology. Phanes Press.
[6] Türkiye Belediyeler Birliği (2020). Çevre Projeleri Değerlendirme Raporu.
[7] TEMA Vakfı (2021). Gönüllülük ve Eğitim Faaliyetleri Yıllık Raporu.
[8] Yıldız, A. (2017). “Katılımcı Demokrasi ve Çevre Yönetimi.” Hukuk ve Yönetim Dergisi, 11(1), 101-117.
[9] Kaya, Z. (2020). “Kurumsal Sürdürülebilirlik Uygulamaları ve Tüketici Algısı.” İşletme ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 5(3), 60-75.
[10] Anadolu Ajansı (2021). “Orman Yangınlarında Toplumun Tepkisi ve Çevre Bilinci.” 3 Temmuz 2021.